Bir film: Uyanışlar
Yönetmen:Penny Marshall
Oyuncular:
Hasta; Robert De Niro
Doktor;Robin Williams
Film için başta belirteyim Leonardo( robert De niro) oyunculuğuna hayran kalmamak için çok neden gerekli.
Her kes onu baba film serisi etkisinde tanırken, ben onun ‘taksi şoförü’ filmiyle biliyorum. Modernitenin içine sıkışmış insan tiplemelerini bir camdan anlatan müthiş bir oyun sergiliyor.
Film parkison hastalığını konu alır
Hastalığına teşhis konulmamış bir çocuk- yetişkin olarak yaşama başlıyor film de- bir hastahane ve olabildiğince sıradan sahnelerden ibaret bir her şey.
Elbete insan yeteneği sırandan olanı bile müthiş göstere biliyor ( burada ben-i ademcili yapmıyorum- bir kedinin yeteneği- veya farenin veya kuşun yeteneği içinde aynı duyguya sahibim)
Aşk benzersiz olmaktır- insan yaşamının büyük bir bölümü, başkası olmak, başkasının istediği forma koymak için harcar.
Daha sade anlamı/ öteki bizdeki beni,kendilik olmaktan çıkarıp- kendinisinin beni olarak şekillendirmek ister.
Sadece bize ait olan, sadece bizim müdahil olacağımız zamanı kontrol altına almak ister.
/ben dışarı çıkmak istiyorum,sadece dışarı çıkmak/
İlk defa kendi iradesini ortaya koyuyor Leonardo (Robert de niro)
-doktor: sen zaten çıkıyorsun/ istediğin zaman çıkartalım seni
- leonardo: tek başıma çıkmak istiyorum, sağa sola,yukarı veya aşağıya gitmeyi kendim seçmeliyim
İnsan yaşadığı hayatı; sıradanlaştıramadığında anlamdan yoksun kalmaya başlıyor.
Anlam insanın iradesiyle gerçekleştire bildiği herseydir.
(Atomu parçalamak- en iyi felsefe metinleri yazmak- en iyi notayı yaratmak- en iyi araca sahip olmak- en iyi savaşçı olmak) bunların çok dışında, çok sade olabiliyor. Yaşamı kendimize/ bize zor kılan şey; işte bu anlamı görmüyor olmamızdır.
İyi bir şiir yazmak önemli değil anlam için- yazdığın şeyi niye yazdığın önemli.
Her gün aynı saat ve aynı durak, parkta aynı kedi,köpekle karşılaşıp hiç birini göremeyen milyonlarca insan yaşayıp gidiyor.
Hayat tuhaf bir yer değil, tuhaflaştıran biziz.
Gözlerimizi karanlıkta kapatmaktan korkuyoruz çünkü- sürekli aydınlıkta görmeyi öğrenmişiz.
Çoğumuz tek başına kalmaktan korkuyor- olduğu gibi olmaktan korkuyor.
Çoğumuz bir sürüye dahil olmak için bütün hayatımızı feda etmeyi göze alabiliyoruz. İnandığımız hiç bişeyi istediğimiz gibi yaşamadan gidiyoruz.
Nietzsche belki de bütün düşünce hayatı boyunca bir defa kendisi olmayı başara bildiği an,
Torino atına sarılırken döktüğü gözyaşları anıydı.Sadece kendisi vardı- etrafta akışkan zaman ve insan kalabalığı yok olup gitmişti- ne metinlerde sıkışmış yalnızlık- ne mürekkeple sınan korku vardı.
O sadeleşmiş ve acı çekmeye başlamıştı.
Elbete film doktor Sacks ( Robin williams) ilaç tedavisiyle bir yaz döneminden uyanan hastaların dış dünya ile karşılaşıp, yaşadıkları sorunları da çok ince bir şekilde işlemiş.
“Bir hasta; neden beni uyandırdınız diyor
Karım tımarhanede,kızım kayıp şimdi ben niye yaşayayım”
Bir diğeri; ben yermi iki yaşında kaldım- bedenim bu kadar yaşlıyken”
Bu kadar olumsuzlaşan yaşamlara rağmen,yaşama tutunmak belki de insanoğlunun geliştirdiği en büyük yetenek olmalı, sıradan bir yaşamdaki büyük istenç- temel ihtiyaçların çok dışında gelişen bir ihtiyaç ‘ anlama-anlatma’ ihtiyacı geliştirmiş.
** Velhasıl filmi izleyin derim- yada siz bilirsiniz izlemeyin. Ne siz lümpen hayattan bişey kaybedeceksiniz ne de ben bir şey kazanacam.
** insan bütün hayatı boyunca anlaşılmak ister sadece
Yorumlar
Yorum Gönder